Prof. Dr. Ayşe Nur Ökten, Yıldız Teknik Üniversitesi
“İnanç mekanlarındaki dönüştürmeler”
sorunsalına nasıl bakmalı?
İnanç mekanlarının zaman içinde
dolaylı ya da doğrudan müdahalelerle dönüşmesinin öncelikle temel haklar
açısından ele alınması gerekir. Yaşandıkça biriken, kimliğimizi inşa eden
simgeler, ritüeller ve eylemler, çağın koşullarında evrilerek, mekanlarla etkileşim
içinde kimliğimizi pekiştirir. Kimlik algımız bize özgü bir mekanda gerçekleşen
toplumsal pratikler sayesinde canlı kalır; yenlenerek sürdürülür. Ama kültürün
somut ve somut olmayan mirasları arasındaki bu etkileşim kimi zaman darbe alır.
Bu bazan ilgili kültür kümesinin içindeki dinamikler nedeniyle, çoğu zaman da
ekonomi, siyaset ve kültür alanlarındaki hegemonik eğilimler nedeniyle olur.
Mekanla inanç arasındaki bağ fiziksel olarak kopar. Böyle zorlamalar karşısında
kalan inanç kümeleri, bulabildikleri yeni mekanlara bazan fiziksel
müdahalelerle, bazan da söylencelerle yeni değerler yükler. Kimi zaman
koşulların zorlaması karşısında ödünler verilerek gelenekler ve ritüeller devam ettirilir. Çeşitli araştırmalarda
vurgulanan bu davranış kimliğin varolma çabasıdır.
Toplumun bütünü için simgesel değer
taşıyan mekanlar söz konusu olduğunda sorun yalnızca bir inanç kümesinin
haklarının gaspedilmesinden öte bir anlam kazanabilir. Zaman zaman gündemdeki
yeri yukarılara tırmanan meselelerden biri aynı mekana, farklı inanç
kümelerinin sahip çıkmasından doğan anlaşmazlıklar, çatışmalar olmaktadır. Bu
olgu ötekileştirmenin mekandaki somutlaşmasıdır ve bu noktada konuyu, ortak
kimliğin yok edilmesi açısından ele almak gerekir. Burada söz konusu olan
farklı inanç kümelerinin, farklı kültürlerin bir arada yarattıkları ortak bir
kimliğin yok edilmesidir. Ortak kimliğimiz, farklı kültür motiflerinin tarih
boyunca birbirine geçmesiyle dokunmuştur. Bu açıdan bakınca, inanç mekanlarına
yapılan müdahaleleri tüm toplumun kültür mirasına yapılan saldırılar olarak
görmek gerekir.
İnanç mekanlarının dönüştürülmesini kurumsal boyutuyla da tartışmak gerekir. Kimliğin yaşatılmasının temel koşullarından biri kurumsallaşmadır. Geniş anlamdaki kurumsallaşma sürecinde, toplumun farklı inanç kümeleri ve inanç mekanlarıyla ilgili olarak benimsediği temel ilkeler ortaya konur. Örneğin anayasa ve imzalanan uluslararası ilke sözleşmeleri geniş anlamdaki kurumsallaşma sürecini oluşturur. Dar anlamdaki kurumsallaşma sürecinde ise devlet benimsediği ilkeleri hayata geçirmek için gerekli uygulama organlarını (işlemci kurumlar) örgütler. İnanç mekanlarının sürdürülebilmesi açısından kilit niteliğindeki pek çok sorun bu noktada, işlemci pratiklerin dayandığı tanımlardan, sınıflamalardan, genellemelerden; yetki ve sorumluluk dağılımından kaynaklanmaktadır. Gerçekçi adımlar atabilmek için kurumsallaşmış temel ilkeleri kurumsal pratikler açısından da değerlendirmek gerekmektedir.